9282 kilometre kare yüz ölçümü ile Akdeniz’in en büyük adası olan Kıbrıs adası Türkiye’ye 65, Yunanistan’a 965 km. uzaklıktadır. Dünya oluşumunun üçüncü zamanında Anadolu ile bitişik olan ada, dördüncü zamanda, İskenderun bölgesinden koparak uzaklaşmıştır. Adanın jeolojik yapısı ile bitki örtüsü İskenderun bölgesi ile benzerlik gösterir.
Kıbrıs adasının kuzeyinde doğu-batı istikametinde uzanan Beşparmak Dağları yer alır. Sarp ve yalçın kayalardan oluşan Beşparmak Dağları’nın belli geçiş yerlerinin dışında aşılması zordur. Beşparmak Dağları’nın güneyinde, Magaso’dan Güzelyurt’a kadar Meserya ovası uzanır. Adanın güneyinde Trodos Dağı yeralır. Kıbrıs yeryüzünde bakır madeninin ilk işlendiği yerdir. Bu nedenle Kıbrıs’ın adı bakırla ilgilidir. ( bakır; Latince cuprum, İngilizce copper)
Kıbrıs adası, jeopolitik açıdan Akdeniz’de çok öneme haiz bir konumdadır. Türkiye’ye yakınlığı, İskenderun ve Mersin Körfezlerini kontrol etmesi, Akdeniz’in doğusundaki deniz ulaşımı, İsrail ve Suriye’nin liman ve sahillerinin güvenliği, Türk boğazları ve Süveyş Kanalı’nın emniyeti, Ortadoğu petrolleri ile petrol nakliyatı Kıbrıs adasının önemini artırmaktadır. Kıbrıs adası bu konumu ile; Doğu Akdeniz’de bir uçak gemisi, füzeler için bir rampa, Anadolu’yu güneyden istila için bir atlama taşıdır. Yunan adaları ile Ege bölgesi Anadolu’nun güneyinden de kuşatılmasını tamamlayabilecek önemli bir bölgedir. Türkiye’nin güvenliği için Kıbrıs yüksek bir değer ifade eder.
Kıbrıs’ın, stratejik önemini sadece geçmişin şartları içinde değil geleceğin hızla değişen şartları içinde gören büyük asker, en büyük komutan ve devlet adamı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Antalya bölgesinde yapılan bir askeri tatbikatta subaylara; “Türkiye’nin yeniden işgal edildiğini ve Türk kuvvetlerinin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim. İkmal yollarımız ve imkanlarımız nelerdir?” sorusunu yöneltmiştir. Subayların görüş ve düşüncelerini dinleyen ATATÜRK, haritada Kıbrıs adasını işaret ederek: “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için mühimdir” demek suretiyle Kıbrıs’ın Türkiye için taşıdığı stratejik önemini ortaya koymuştur.
Kıbrıs jeopolitik önemi nedeni ile, tarih boyunca çeşitli kavimlerin istilasına uğramıştır. Kıbrıs, M.Ö. 1450 yılından itibaren; Mısırlılar, Hititler, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Büyük İskender (Ptoleme Egemenliği), Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Haçlılar (Aslan Yürekli Richard), Venedikliler ve Osmanlılar idaresinde kalmıştır. 300 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan Kıbrıs; 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nde Osmanlıları destekleme karşılığında 1878’de İngiltere’ye geçici olarak bırakılmıştır. İngiltere, I. Dünya Savaşı’nın başında, Kıbrıs’ı bir oldu bittiğe getirerek ilhak ettiğini açıklamıştır.
Kıbrıs İngiltere’nin idaresi altında iken, Kıbrıs kilisesi, adayı Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan Enosis (birleşme) çabasını yoğunlaştırdı. . Enosis hayali Kıbrıs sorununun temelini teşkil eder. Enosis’i gerçekleştirmek için 1955’te EOKA adında bir terör örgütü kuruldu.
Bu örgüt İngilizlere ve Türklere karşı silahlı şiddet hareketlerine başladı. Buna karşılık Türk tarafında TMT(Türk Mukavemet Teşkilatı) kurularak EOKA ile mücadeleye başlandı.
Kıbrıs, Londra ve Zürih Garanti ve İttifak Antlaşmalarıyla 1960 yılında bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktı. Bu antlaşmaya göre; hükümetin ve icra unsurların %70’i Rum, %30’u Türklerden teşkil edilecek, Bakanlar Kurulu 7 Rum, 3 Türk’ten oluşacaktı. Bir papaz olan Makarios (asıl adı:Mihail Hristodolu Muskos) Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük de Cumhurbaşkanı Yardımcısı oldu. Garanti Antlaşmaları ile, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör devlet oldular. İngiltere, iki askeri üs(Agratur-Dikelya) elde etti. Adada Türkiye 650, Yunanistan ise 950 kişilik kuvvet bulundurabilecekti. Garanti antlaşmasına göre, Makarios Türklere verilen hakları çok görerek Türkleri tamamen yok etmeye kalktı.
Bu arada, Yunanistan adaya gizlice çok sayıda asker çıkardı. Kıbrıslı Türkleri ortadan kaldırmak ve Enosis’i gerçekleştirmek için hazırlanan, “Akritas Planı”nını uygulamaya koymak üzere EOKA çeteleri ve Yunan askerleri 25 Aralık 1963’de saldırıya geçerek çocuk, kadın, yaşlılarda dahil olmak üzere binlerce Türk’ü vahşice katlettiler. Rumların Erenköy’e de saldırmaları üzerine, Türk jetleri Kıbrıs üzerinde uyarı uçuşu yaptılar. Panikleyen Rumlar saldırılarına son vermek zorunda kaldılar. Türkleri katletmek için Kanlı Noel olarak tarihe geçen bu vahşet karşısında Batılı devletler her zamanki gibi seyirci kaldılar. Rum-Yunan ikilisi bu saldırılarıyla; Türklerin eşit siyasi haklarına ve ortaklığına dayalı olarak kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkmışlar, Bu cumhuriyetin temelini teşkil eden Zürih ve Londra antlaşmalarını tek taraflı olarak fesh etmişler ve Türkleri Kıbrıs’ın yönetiminden dışlamışlardır. Anadolu’yu işgal eden Yunan Ordusu’nda da görev alan Grivas adındaki eli kanlı bir EOKA’cı ile Yunanlı subayların idaresindeki Rumlar 1967 yılında bu sefer Geçitkale-Boğaziçi’ne saldırdılar. Türkiye müdahale için hazırlandı. Türkiye’nin müdahalesinden çekinen Yunanistan askerlerini ve katil ruhlu Grivas’ı adadan geri çekmek zorunda kaldı.
Mart 1963 tarihinden itibaren Ada’da göreve başlayan Birleşmiş Milletler Barış Gücü, Türkleri Rumlara karşı koruyamamış ve katledilmelerine de seyirci kalmıştır. Kıbrıs’ta görev ve sorumluluklarını yerine getiremeyen, barışın sağlanmasında etkinlik gösteremeyen BM. Barış Gücü, Rumların etkisine girerek kendisine duyulan güveni tamamen yitirmiştir.
1967 yılında, Yunanistan’da ihtilal olmuş, bir cunta hükümeti kurulmuştu. Makarios’un cumhurbaşkanı seçildikten sonra, Sovyetler Birliği ile siyasi ve askeri işbirliğine yönelmesinin, izlediği siyaset ile de Dünya Bağlantısızlar hareketinin bir önderi durumuna gelmesinin, adanın bir an önce kendisine bağlanıp Enosis hayalinin gerçekleşmesini isteyen cuntacı hükümetin hoşuna gitmiyordu. Makarios, aldığı dış yardımlarla ekonomik olarak, Bağlantısızlar yanında yer almakla da siyasi açıdan kendini yeterli görüp, şimdilik, Kıbrıs’ın sadece Rumlar tarafından temsil edilen bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti olmasını istiyordu. Bağlantısız Devletlerin de desteğini almıştı. Enosis, Makarios için uzun vadede düşünülecek bir konu idi. Türkler ekonomik yönden tamamen çöküp, Kıbrıs’ı terk ederlerse, Türkiye’nin müdahale nedeni kalmayacağından Enosis kendiliğinden gerçekleşecekti. Acele edip Türkiye’nin tepkisini çekmeye gerek yoktu. Bu durum, Enosis’i bir an önce hayata geçirmek isteyen Yunan hükümetinin hoşuna gitmiyordu. Yunan hükümetine göre; Ada’daki Türk halkına karşı siyasi ve askeri üstünlük sağlandığı halde Enosis’in bir türlü hayata geçirilememesinden Makarios sorumluydu. Bu nedenlerle Makarios ile Yunan hükümetinin arası açılmıştı. Sonuçta, 15 Temmuz 1974’de, Yunan hükümeti tarafından desteklenen, Yunanlı subayların yönetimindeki Rum Milli Muhafız Ordusu ile EOKA Kıbrıs’ta darbe yaptı. Makarios adadan kaçtı. Eli kanlı başka bir katil olan Sampson’u cumhurbaşkanı yaptılar.
Türkiye, Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974 tarihinde yapılan darbe ilgili olarak diğer garantör devlet olan İngiltere’den Londra ve Zürih garanti antlaşmaları gereği, birlikte müdahale edilmesini istemiş, fakat İngiltere Türkiye’nin bu isteğini geri çevirmiştir. Türkiye bu olup bittiye son vermek için tek başına Kıbrıs’a müdahale etmeye karar vermiştir.
Bu tarihi gelişim içinde Kıbrıs hiçbir zaman Yunan adası olmamıştır. Yunanistan, Yunanlı şair Rigos tarafından ortaya atılan, Megalo idea (büyük ülkü) fikri çerçevesinde, Büyük Yunanistan’ı kurma hayali içinde Kıbrıs’ı da topraklarına katma gayreti içindedir. Yunanistan’ın Megalo idea fikri ile başlangıçtan beri gerçekleştirmek istediği faaliyetler şunlardır.
– Yunanistan’ın bağımsızlığının sağlanması,
– Batı Trakya ve Selanik’in Yunanistan’a ilhakı,
– Ege adalarını Yunanistan’a ilhakı,
– Oniki Adaların Yunanistan’a ilhakı,
– Girit adasını Yunanistan’a ilhakı,
– Batı Anadolu’nun Yunanistan’a ilhakı,
– Pontus Rum devletinin kurulması,
– Kıbrıs adsının Yunanistan’a ilhakı,
– İmroz ve Bozcaada’nın Yunanistan’a ilhakı,
– İstanbul’un Türklerden geri alınarak Bizans İmparatorluğunu yeniden kurmak. Böylece Megalo İdea’yı gerçekleşecekti.
KIBRIS’TA 20 TEMMUZ 1974 ÖNCESİ ASKERİ DURUM:
Rum kuvvetleri:
Kıbrıs Rum Kuvvetleri; Rum Milli Muhafız(RMM) ordusu, Rum Polis teşkilatı ve Yunan Alayından ibarettir. Ayrıca, seferde teşkil edilen Home Guard (HG) taburları ile RMM ordusu takviye edilmektedir. Rum ordusu Yunanlı subaylar tarafından eğitilmekte ve yönetilmektedir. Seferde Rum ordusunun mevcudu 40.000’ne çıkabilmektedir. Bu birliklerin yanı sıra, Makarios’a bağlı 4000 kişilik “Epikourik” (Taktik Yardım İhtiyat) kuvveti vardı.
Türk Silahlı Kuvvetleri:
Kıbrıs Barış Harekatı’na 6 nci Kolordu Komutanlığı emrinde; 28 nci Motorlu Piyade Tümeni, 39 ncu Piyade Tümeni, Hava İndirme ve Komando Tugayları, Gösteri Tatbikat Alayı, Amfibi Deniz Piyade Alayı, Jandarma Komando Taburları, Deniz ve Hava Kuvvetleri birlikleri, Bayraktarlık emrindeki Mücahit Birlikleri, 650 kişilik Kıbrıs Türk Alayı ile idari ve lojistik destek birlikleri katılmıştır. Harekat üç safha olarak planlanmıştı. Birinci safhada hava ve kıyı başının tesisi ve elde bulundurulması, ikinci safhada çıkan ve indirilen birliklerin birleşmesi, üçüncü safhada da harekat alanının genişletilmesi.
20 TEMMUZ 1974 – BİRİNCİ KIBRIS BARIŞ HAREKATI
20 Temmuz 1974 sabahı, Türk uçaklarının bombardımanından sonra, saat 06.15 den itibaren, hava indirme ve uçar birlik harekatı ile Hava İndirme ve Komando Tugayları Gönyeli ve Kırnı bölgelerine indirilmeye başlanmış, Mersin’den Ertuğrul gemisi ve 33 çıkarma gemisi ile donanmanın koruması altında hareket eden Çakmak Özel Kuvveti de komanda birliklerimizle eş zamanlı olarak Girne’nin batısında dar ve sığ bir plaj olan Pladini (Karaoğlanoğlu) plajına, uçaklarımızın ve deniz topçusunun desteğinde çıkmaya başlamıştı.
SAT komandolarının çıkarma plajının çıkarmaya müsait olduğunu bildirmeleri üzerine, birinci dalga olarak plaja ilk çıkan Amfibi Deniz Piyade Alayı süratle ilerleyerek Girne – Karava – Geçitköy (Panağra Boğazı) ana asfalt yoluna ulaşmıştı. Çakmak Özel Kuvveti’nin diğer unsurları saat 12.00’de plaja çıkarak kıyı başını genişletmeye başlamışlardı.
Gönyeli ovasına paraşütle atlayan Hava İndirme Tugayı, bir taburu ile Kıbrıs Türk Alayı’nın batı yanını korurken, geri kalanı ile Dikomo (Dikmen) bölgesini ve Rum Bozdağı’nı ele geçirmek üzere taarruza başlamıştı. Kırnı bölgesine helikopterle inen Komando Tugayı duvar gibi dik dağ yamacını tırmanarak St.Hilarion ve Beyaz Ev bölgesine ulaşmış, bir taburu ile St. Hilarion – Doğru Yol istikametinde, diğer taburu ile Beyaz Ev- Zeytinlik- Girne istikametinde taarruz ederek kıyı başı ile birleşmeye hazırlanıyordu.
Donanma, sahil bombardımanı yaparak sahile çıkan birliklerimize topçu desteği sağlarken, 2 nci Taktik Hava kuvvetlerine bağlı savaş uçakları düşmanın ada genelinde askeri hedeflerine taarruz ederek tecrit ve yakın hava desteği görevlerini yerine getiriyorlardı.
20 Temmuz’da Rumlar büyük bir baskına uğramışlardı. Rumlar, Türk Ordusu’nun 1964 ve 1967’de olduğu gibi adaya müdahaleye cesaret edemeyeceği düşüncesinde idiler. Başlangıçta, paraşütle atlayan, helikopterle inen ve kıyıya çıkan birliklerimize etkili bir şekilde müdahale edemediler. Zamanla toparlanan Rumlar akşam saatlerinden itibaren birliklerimize karşı harekata başladılar.
20/21 Temmuz gecesi Türk ve Rum kuvvetleri arasında çok çetin çatışmalar yaşandı. Rumların Ortaköy, Gönyeli ve Boğaz Bölgelerini ele geçirerek; Girne- Lefkoşa irtibatını kesmek ve bu suretle; çıkarma yapan birliklerimizle, inen birliklerimizin birleşmesini önlemek amacıyla gece boyunca St.Hilarion, Bozdağ, Dikmen Tepe, Ortaköy ve Gönyeli ile Göçeri bölgelerinde yaptığı saldırılar kahraman Mehmetçikler tarafından her defasında püskürtülmüştü. Kıbrıs’a çıkan ve inen Türk birlikleri ele geçirdikleri yerleri, her ne pahasına olursa olsun elde tutmayı başarmışlardı. Harekatın ilk günlerinde, birliklerimiz hava desteğinin haricinde topçu ve tank desteğinden mahrum idi. Buna rağmen Türk askeri Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, Kore’de destan yaratan atalarını aratmadılar. Beşparmak Dağlarında, Rumların gece saldırılarına karşı Komando birliklerimizin ölüm-kalım mücadelesi takdire şayandır.
Türk birlikleri 21 Temmuz’dan itibaren, Rum kuvvetlerine karşı tamamen üstünlük sağlayarak ileri harekatına devam ettiler. 22 Temmuz’da çıkarma yapan birliklerimiz ile birleşme sağlandı. Harekat doğu ve batı yönünde gelişerek Rum hedefleri tek tek ele geçirildi. Girne-Lefkoşa yolu tamamen Türk birliklerinin kontrolüne girdi. Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı ateş kararını 22 Temmuz 1974 saat 17.00’de kabul edip, uygulamaya koyduğunu ilan etmiştir. 23 Temmuz’da 29 araçlık bir Rum konvoyu Hava İndirme Taburu tarafından pusuya düşürülerek imha edildi.
Bu gelişmeler üzerine Yunanistan’da cunta, Kıbrıs’ta da Sampson istifa ettiler. BM Güvenlik Konseyi’nin 20 Temmuz 1974 günü aldığı 353 sayılı karara uyarak, üç garantör devlet olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere; Kıbrıs’ta barışı ve anayasal düzeni yeniden kurmak amacıyla 25 Temmuz’da Cenevre’de görüşmelere başladılar. 30 Temmuz’a kadar devam eden bu görüşmelerde; tarafların 8 Ağustos’ta, Cenevre’de tekrar toplanmaları kararı alındı. Bu görüşmeler sonucu yayınlanan “Cenevre Deklarasyon”u ile taraflar; Kıbrıs’ta ayrı iki otonom yönetiminin mevcut olduğunu kabul etmişler, Otonom Türk ve Rum toplumlarının federal bir devlet çatısı altında bir ortak yönetim kurmalarını beyan etmişlerdir.
İlan edilen ateş-kes’ten sonra, mevcudu 40.000’ni bulan Türk birlikleri oldukça dar bir alana sıkışmış durumdaydılar. Birliklerin uzun süre bu dar bölgede bekletilmeleri emniyetleri açısından uygun değildi. Ateş-kes ile birlikte Türk birliklerinin ilerleyişlerini durdurmaları üzerine adanın her yanındaki binlerce Türk, Rumlar tarafından kuşatılmış, Rumlar Türk köylerindeki savunmasız çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere yüzlerce Türk’ü topluca ve vahşice öldürmüştü.
14 AĞUSTOS 1974- İKİNCİ BARIŞ HAREKATI
İkinci Cenevre Konferansı’nda Yunan ve Rum tarafı zaman kazanmak, dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine çevirmek için uzlaşmaz bir tutum sergilemeye başladılar. Birinci Cenevre Konferansı’nda alınan kararları dahi dikkate almadılar. İkinci Cenevre Konferansı’nın başarısızlığa uğraması üzerine, Türk Silahlı Kuvvetleri İkinci Barış Harekatına başladı. 14 Ağustos günü Saat 06.30’dan itibaren 28 ve 39 ncü Tümenler, Magosa ve Boğaz Deniz üssünü ele geçirmek üzere doğuya doğru taarruza başladılar. Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı ile Lefkoşa Sancağı ve Komando Tugayı kolordu bölgesinin batı kesimini savunmakla görevlendirilmişlerdi. 39 Tümen bölgesindeki İngiliz Tepe ve Kara Tepe, Rum savunmasının bel kemiği durumunda idiler. 39 Tümen’in birlikleri saat 11.30’da İngiliz Tepe ve Kara Tepe’yi ele geçirdiler. 28 Tümen saat 12.00’ye doğru Mia Milia’yı işgal etti. Saat 15.00 civarında 39.Tümen Değirmenlik’i, 28. Tümen de Timbu hava alanını ele geçirdi. Türk askeri karşısında çareyi kaçmakta bulan Rumlar mağlubiyetin acısını çıkarmak için; 14 Ağustos’ta Taşkent, Terazi, Atlılar, Muratağa ve Sandallar köylerinde; savunmasız, çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere yüzlerce Türk’ü topluca ve vahşice öldürmüştür. Adanın diğer kesimindeki Türklere de insanlık dışı, vahşice saldırılar yapılmıştır. Birliklerimiz 14 Ağustos akşama doğru Paşaköy ve Serdarlı’ya girerek soydaşlarımızla kucaklaştılar.
15 ve 16 Ağustos’ta doğu ve batı istikametlerinde ileri harekatına devam eden birliklerimiz Magosa, Lefkoşa ve Lefke hattının kuzeyindeki bölgeyi tamamen kontrol altına almışlardır.
Sonuç olarak;
Kıbrıs Barış Harekatı ile Kıbrıslı Türklerin can güvenlikleri sağlanmış, Rumların Enosis hayali Akdeniz’in karanlık sularına gömülmüştür. Bu savaşta; 415’i Kara, 65’i Deniz, 5’i Hava ve 13’ü Jandarma olmak üzere 498 Türk askeri şehit olmuş, 1200’de yaralanmıştır. 70 Kıbrıslı Mücahit ve 270 Kıbrıs Türk’ü şehit olmuş, 1000 Kıbrıslı Türk de yaralanmıştır. BM. Barış Gücü askerleri de kayıp vermişti: 3 Avusturyalı asker ölmüş, 24 Avusturyalı, 17 Finlandiyalı, 4 İngiliz ve 3 Kanadalı asker de yaralanmıştı
Türkiye bu harekatı ile kendi güvenliğini ve Kıbrıslı Türklerin güvenliğini tehlikeye atacak girişimlere hiçbir zaman seyirci kalmayacağını dünyaya fiilen kanıtlamış oluyordu.
13 Şubat 1975 de Kıbrıs Türk Federe Devlet’i, 15 Kasım 1983 de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edildi.
Kıbrıs’ta Türk ve Rumlar arasında yapılan tüm görüşmelerde, Rumların uzlaşmaz tutumları nedeniyle günümüze kadar bir sonuç alınamamıştır. Kıbrıs’la ilgili yürütülen görüşmeleri bu uğurda canlarını ortaya koyan gaziler olarak dikkatle izliyoruz. Toprağa düşen şehitlerimizin ve akıtılan kanların dikkate alınacağını umuyor; uğrunda şehit verdiğimiz, kan döktüğümüz toprakları da kutsal bir emanet olarak kabul ediyoruz. Savaşta kazanılan toprağın iadesi kabullenemez.
Türk silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’a yaptığı müdahale; sorunun sebebi değil, Rum-Yunan ikilisinin bugüne kadar adada uyguladıkları yanlış ve tahkirkar politikaların bir sonucudur.
Yunanistan’ın Kıbrıs’ı topraklarına katmayı istemesinin asıl amacı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hareket serbestisini kısıtlamak ve Anadolu Yarımadası’nın güneyindeki milli güvenlik kuşağını daraltıp, Türkiye’nin etrafında bir stratejik kuşatma çemberi oluşturarak, onu Anadolu’ya hapsetmektir. Türkiye’nin, Yunanistan’ın ahdi hukukuna dayalı haklarını ve milli menfaatlerini koruyamayacak kadar zayıf bir duruma düşürülmesi, O’nun Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Ortaasya ile Kafkaslar’da itibarını büyük ölçüde zedeleyecek; bölgesinde bir denge unsuru olma ve caydırma niteliğini ortadan kaldıracaktır.
Kıbrıs’ta “Kendi kaderini tayin etme” (Self-determinasyon) hakkı söz konusu olduğunda, Ada’da yaşayan Türk halkı, BM Anayasa’sının 73 ncü maddesi esasları çerçevesinde en az Rumlar kadar kendi kaderini tayin etmede söz ve hak sahibidir. Asırlardır Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin Ada üzerinde hükümranlık hakları vardır. Bu haklarını Rumlara devretmeleri söz konusu olamaz.
Batı, dün olduğu gibi bugünde Yunan-Rum yanlısı tutumunu devam ettirmekte, Yunanistan ve Kıbrıs sorunlarının çözümünde Türk tarafından sürekli ödün istemektedir. Aşağıdaki örnekler, geçmişte Batı’nın, Yunan-Rum yanlısı tutumunu açıkça ortaya koymaktadır.
– Emekli General Nurettin Türksan, “Yunan Sorunu” adlı kitabında, 13 Mart 1919 “Dörtler Konferans’ındaki konuşmaları aşağıdaki şekilde naklederek, 90 sene önce, Batılıların Kıbrıs’a bakış açılarını ve zihniyetlerini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyordu:
Loyd George : Niyetim, Kıbrıs’ı aynı şekilde Yunanistan’a vermektir.
Clemanceau: Unutmayınız ki, Berlin Antlaşması’na göre bu konuda benden izin almanız gerekmektedir.
Loyd George: Bu izni bana vereceğinizi ümit ederim.
Başkan Wilson: Yunanistan’a bu hediyeyi verebilirseniz büyük ve değerli bir iş yapmış olursunuz.
- ABD Senatosu 17 Mayıs 1920 tarihinde Henry Cabot Lodge’nin sunduğu aşağıdaki kararı kabul ediyordu:
“ Senato, Kuzey Epir’in, Kariça’nın, Ege’deki 12 adanın ve Anadolu’nun batı kıyılarının barış konferansı tarafından Yunanistan’a verilmesini kabul eder.”
- Yine ABD Senatosu, 21 Ocak 1920 tarihinde aldığı bir kararla Trakya’nın Yunanistan’a verilmesini kabul etmiştir. Bu suretle, ABD Yunanistan’ın Anadolu’yu işgal etmesini teşvik ediyordu. Günümüzde bu örneklerin çoğalarak devam ettiğini görüyoruz. Batı ile sorunlarımızın başlangıcı, Türklerin Anadolu’ya girdikleri tarih olan 1071 yılıdır. Her nedense, Batı ve Hıristiyan dünyası TÜRKLERİ ne Avrupa’da ne de Anadolu’da kabullenememiştir.
Çağdaşlaşma olarak kabul ettiğimiz Batı değerleri ATATÜRK TÜRKİYE’sinin hedefidir. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ ile bu hedefe mutlaka ulaşacağız.
Anavatan ve Yavruvatan’ın genç evladı! Çok zor koşullar altında, uzun yıllar çetin bir mücadele vererek Kıbrıs Türk halkını önce sömürge yönetiminden kurtaran ve daha sonra Kıbrıs’ın kuzeyinde toplayarak bağımsız bir Türk Devleti’ni (KKTC) kuran, bugünün orta yaşlı kuşağı olan anavatan ve yavruvatan gazilerine kulak veriniz. Onlar sizin için canlarını ortaya koydular, şehit-gazi oldular. Emanete sahip çıkınız. Bu emaneti sizden sonra gelecek kuşaklara aynen teslim etmek sizin namus borcunuzdur. İkinci kez, bağımsız bir cumhuriyete sahip olmak pek mümkün değil. Böyle bir imkanı da hiçbir zaman bulamayacaksın. Bu nedenle, KKTC’nin Türkiye ve Kıbrıs açısından değerini iyi bilin.
KIBRIS BARIŞ HAREKATI ŞEHİT VE GAZİLERİNİ,
TÜRKLÜK UĞRUNA CAN VEREN SOYDAŞLARIMIZI
SAYGI İLE ANIYORUZ
İstifade edilen kaynak: (E) Tümg. Ali Fikret Atun, İkinci Kıbrıs Seferi.